24 Kasım 2007 Cumartesi

cool, bir tavrın anatomisi

"....Gunn'ın marjinal bir azınlığın savaş pozu olarak tanımladığı cool tavır,......." syf 15

"...cool olmak, kollektif bir siyasi tepki değil, bireysel bir karşı koymanın yansımasıdır....... ironik bir kayıtsızlık maskesi ardına saklar....... Günüzümüzde artık kimse "iyi" olmak istemiyor, herkesin istediği sadece cool olmak...."
syf 24

"......bazı yorumcuları cool'un tamamen bir Amerikan olgusu olduğu sonucuna götürür. ... Örneğin American Cool (1994) kitabının yazarı Peter Stearns'a göre, "kavram tam bir Amerikalıdır. Snoopy çizgi bandındaki Joe Cool karakterinden tutunda Kool sigaralarına kadar uzanan bir çok tezahüründe, cool fikri Amerikan tasavvurunda çok önemli bir yer tutmuştur."...Kazara mı yoksa planlı mı yapmış olduğunu bilemiyoruz, ancak Stearns bu kitabında, yirminc yüzyıl cool'unun siyahi Amerikan kültüründen kaynaklandığını tamamen göz ardı etmiş. ....dolayısıyla modern cool, köle ticareti yoluyla Amerika ve Avrupa'ya yayılmış olan bu tavırların uzantı ve uyarlamalarını temsil ediyor olabilir......" syf 40

"..., çünkü Yoruba'lılara göre cool da ısıyla ilgili fiziksel çağrışımlar vardır. - kuraklığın yaşam için çok büyük bir tehdit oluşturduğu bu kıtada, serinliğin en yüce erdemlerden biri sayılması pek de şaşırtıcı değildir. Itutu(cool dediğimiz kavram), ayinlerde mavi renkle bağdaştırılırdı ve insanın aklın aister istemez bunun, 'blues müziği' ile ya da 50 ve 60 ların cool giysisi blucinlerle bir ilgisi olup olmadığı geliyor......."

".....Tsonga kabilesinde olsun diğer bir çok Afrika halkında olsun, yeni doğan bebeği Ay'a takdim etme geleneği vardır. Ay'dan beklenen şey, ağlayan bebeğin ısısını dengeleyerek bebeği serinletmesidir. (Alex Haley çok satan kitabı Kökler'de bu gelenekten, kendi afro-amerikan ailesinde hala uygulanan bir gelenek olarak söz eder.)....."syf 43

"..., Yaruba cool'unun Amerika'daki varlığını nasıl devam ettirdiğini ve kendini nasıl değiştirdiğini açıklayan teorimize geçebiliriz. Afrikalılar Amerika'ya getirildikten sonra fiziksel varlıklarını tamamen beyazlara teslim etmeye ve tarım kölesi olarak çalışmaya zorlandılar; ama belki de cool'a sığınarak manevi varlıklarının bir kısmını muhafaza edebileceklerini düşünmüşlerdi. Cool, bu kölelere beyaz efendilerinin hakimiyeti dışında kalan sembolik bir özerk bölge sağlıyordu.- gizli, ortak, siyah........Bütün o beyaz efendilerin görmesine izin verilen şey, bir cool maskesi ardındaki ironi yüklü itaatkarlık karikatürlerinden ibaretti. Bu cool maskesi, kölelerin hissettiği hor görmeyi ve öfkeyi gizliyordu......" syf 43

"...... bir Yoruba annesinin çocuğuna "Yürümen, yaşamdaki yerini gösterir." dediğini yazar......'Zenci gençlerin...benimsedikleri cool bir yürüyüş şekli..... gövdenin üst kısmı ve belden aşağısı ayrı ayrı sallanırken, baş sabit tutulur gözler ise dümdüz karşıya bakardı. Bu yürüyüş oldukça yavaştı ve zencilere göre caka satmanın bir yoluydu........Cool Pose (Cool Duruş) adlı kitaplarında...."

22 Kasım 2007 Perşembe

mesnevi

"yalnız susyan suyu aramaz, su da susayanı arar."

"damla olma okyanus ol"

"Yola rehbersiz giren iki günlük yolu yüzlerce yıl gidecek... Üstadsız meslek edinen şehir ve kasabaların maskarası olur."Mesnevi III-588,590

"insan düşünceleridir, gerisi cesettir."

"Gül düşünür, gülüstan olursun, Diken düşünür, dikenlik olursun..."

" ve sessiz olun! Allah'ın dili olmadığınızdan kulak olun!" Mesnevi II-3453-56

dehşetler ve uzmanlar

"Kaçınız kendini rezil etme biçimlerinizin listesini çıkardı bilemiyorum"
J.L. Austin, A Plea for Execuses (Bahaneler için Ricaname)

"Aklı başında hiç kimsenin uzay yolculuğuna çıkmak istemeyeceğini kabul etmeye hazırım. Ne de olsa her seyahat teklifi karşısında insan, daha öteye mi yoksa daha kötüye mi gittiğini bilmek ister. ....."
William Empson, Donne the Spaceman, (Uzay Adamı Donne)

"....Çocukluğun masumiyeti, safdil bir güven değil, inanmazlıktır.
Yetişkinler çocukların bakımını üstlenebilir (bunu onların yerine yapabilecek başka kimse de yok zaten) ama tüm cevapları bilemezler. (Yine de neyin cevap sayılacağına karar verebilecekleri paradoksal bir konuma sahiptirler.) Tek yapabilecekleri çocuğa merak ve bakım, arzu ve sağlıkla ilgili öyküler anlatmaktır. (psikanaliz bu öykülerden sadece bir tanesidir.) Çocuğun yaşamak için gereksinim duyduğu dili ona ancak yetişkinler verebilir. Çocuğun bakış açısından dil, daima uzmanların dilidir. Bu yüzdendir ki çocuklar, dilin boşluklarına düştüklerinde delirdiklerini sanma eğilimindedirler. Yetişkinlik, yetkinlik, bu boşlukların etrafında dolanmayı bilmektir.. Dilin tutarlı yetişkin kullanıcıları, ne dediklerini biliyormuş izlenimi bırakmak zorundadırlar- kullandıkları dilin bilmediği şeyleri bilebilirlermişcesine......"
syf19


"...., eksikliklerimize tahammül etmenin en iyi yollarının peşindeyiz artık. (Yetersizlikleirmizin mahvımıza neden oluşu trajedi, bunların tadını çıkarışımız ise komedidir)......."


"Tanrı herşeyi hiçlikten yarattı. Ama hiçliğin izleri kendini belli ediyor."
Paul Vallery, Euvres II (Yapıtlar, II) syf 29

".....o zaman analist hastasına (ya da hastası için ne yapsa yeridir?. Onları daha bilgili mi kılmalıdır, bilmiyor oluşlarına tahammül etmelerini mi sağlamalıdır yoksa bilinmezlik bulutlarından zevk almayı mı öğretmelidir? Cehaletleri sayesinde batmayıp yüzebildiklerini mi söylemelidir yoksa sahile kadar yüzmelerine yardım mı etmelidir........"syf 31

".....Freud, kendine yabancılaşmanın bizi inkar ettiklerimizle tehlikeli bir yakınlık kurmaktan koruduğunu göstermiştir...." syf 32
yukardaki alıntının altını çizip bir de yıldız koymuşum..

"... Bir sistemin amacı, istemediği şeyleri göndereceği bir dışarı yaratmaksa, o sistemi, sistemin kendi kendini nasıl gördüğünü ve nasıl görülmek istediğini anlayabilmek için, fırlatıp attıklarına -çöplerine- bakmanız gerekir....." syf 35. bu da yıldızlı bir altı çizik satır.

başka dillerin şarkısı

"....Çok daha sonraları o iki kızı iskelede bana bakarlarken gördüm. Her yerime ayrı ayrı baktılar, gördükleri bugünüm değildi. En çok da can simitlerime takılı kaldı gözleri. Önce anlayamadım nedenini. Anladığımda ise çok geçti. Silemezdim sarı simitler boyu yinelenen o kara adımı. Okudular uzun uzun.
KALMAZ-İSTANBUL/KALMAZ-İSTANBUL/KALMAZ-İSTANBUL......"
syf 15

21 Kasım 2007 Çarşamba

en uzak sahil

"....Burada alacakaranlıkta tüm hava, bu küçük tırtılcıklarla beslenen küçük gri yarasalarla dolardı.Bu yarasalar çok fazla tırtılcık yer ama engellenmezlerdi; ipek dokumacıları gri kanatlı yarasaları öldürmeyi gerçekten de kötü bir kehanet olarak kabul ederler. Çünkü, eğer insanoğlu tırtılcıkların sırtından geçiniyorsa, elbette küçük yarasaların da bunu yapmaya hakkı vardır......"

"...Arren bunları düşünerek sessizleşti. Sonra büyücü yavaşça konuşarak, 'Yapılan bir eylemin, öyle gençlerin zannettikleri gibi, insanın bir taşı yerden alıp fırlatmasından, o taşın bir yere çarpması veya sıyırıp geçmesinden , böylece de bu işin bitmiş olmasından ibaret olmadığını görebiliyor musun Arren?' dedi. 'Taş yerden kaldırıldığında, yer hafifler, onu tutan el de ağırlaşır. Fırlatıldığında yıldızların dolanımları tepki verir ve vurduğu veya düştüğü yerde evren değişmiş olur.

"....Çevik Atmaca sadece, "Mumun ışığını görebilmek için, onu karanlık bir yere götürmek gerekir.", dedi...."

".. Ve bunu bilmek çok değerli. Çok büyük bir armağan. Ben olma armağanı. Çünkü sadece kaybetmeye razı olduğumuz şey bizimdir....Bizim acımız, bizm hazinemiz, ve insanlığımız olan bu benlik, sürekli değil. Değişir; gider, denizdeki bir dalga gibi. Tek bir dalgayı kurtarmak, kendini kurtarmak için denizin sakinleşmesini, gelgitlerin durmasını mı istersin? Kendi güvenliğini satın almak için, ellerinin hünerini, kalbinin arzusunu ve aklının açlığını feda eder miydin?...."
syf 131

" ..şefkat olmadan sevgi uyumsuz olur, bir bütün olmaz ve uzun sürmez......"
syf 94

20 Kasım 2007 Salı

bahçede

Damla, kendini
tamamlayınca damlar.

Günlerin gecelere bağlanışında bir,
Gecelerin günlere uzanışında iki,
Birikmemi tamamlanmaktan koruyorum şöyle ki:
....

uzun yağmurlardan sonra

"Sen yağmurlu günlere yakışırsın
Yollar çeker uzak dağlar çeker uzak evler
Islanan yapraklar gibi yüzün ışır
Işırsa beni unutma
Alır yürür sıcak mavisi gökyüzünün
Kuşlar döner uzun yağmurlardan sonra bir gün
Bir yer sızlar yanar içinde büsbütün
Her şeye rağmen ellerin üşür
Üşürse beni unutma
Yeni dostlar yeni rüzgârlar gelir geçer
Yosun muydum kaya mıydım nasıl unuttular
Kahredersin başın önüne düşer
Düşerse beni unutma "

seyir defteri diye bir grup vardı.. 92 de ilk dinlediğimde bu şarkıyı çarpılmıştım. bölümün kantininde kötü seslerimizle bağıra bağıra söylerdik..

ilkyaz

...
ah kimselerin vakti yok
durup ince şeyleri anlamaya
...

valla kurda yedirdin beni

".....Esasen bunların hepsi uydurma.
Samanyolu galaksisinin güneş sisteminin kokuşan bir gezegeni olan dünyada, insanoğlu insanoğluna kısacık bir an teğettir. Sonra herkes kendi meçhulune yollanır. Bir başına.
İnsanoğlunu insanoğlu kılan, insanoğlunun insanoğluna teğet geçtiği kısacık süredir: 'biz' öyle buyurduk.
Belki beşbin yıl öncesinin Mezopotamyasında, belki onbinyıl öncesinin Çininde. Öyle buyurduk.
'Anamızdan çocuk yapmayız!' dedik, türümüzü kedilerden ve iguanalardan ve eğrelti otlarından ayırdık. 'Zayıf kollanmalıdır!' dedik, su kaplumbağalarından, çakallardan ayrı durduk.
'Ne farkınız var?' diye soranlara, ya Darwin'le ya din kitaplarıyla karşı koyduk.
Doğa'dan doğal olmayanı talep ettik, insan olduk.
Bazılarımız olayı çok ciddiye aldı.
Güneşin bir alevden ağırlık ki üç defa milyon defa iki bin milyon ton
ne iyi, ne fena, ne güzel, ne çirkin, ne haklı, ne haksız olduğunu unuttu!
Kadıncık, bunlardan birisiydi.
Güneşi zaptetmeye kalktı.
Kül oldu.
Kerem gibi, yana yana
Oysa güneş deve dikenlerini de, kahkaha çiçeklerini de ısıtıyordu........"
syf 532


"... ...Kadıncık Dost'a: Portreden Şiran'a ne? Hangi bizon ilkelin biri resmini çizdi diye teslim olur?......"

".....Kadıncık Kadıncığa: İki huyun var Kadıncık. İki huyun var ki, benim cesaretimi kırıyor, umutsuzluğa düşürüyor, hayatımı altüst ediyor! Birincis vefa; tarihimi unutamıyorsun. İkincisi, adalet: Tülin için talep ettiğin adaleti, benim için de talep ediyorsun. Vefan beni acıtıyor.; İkrar-ı hak talebin, Şiran'ı. Üstelik Şiran tende can, Şiran Kadıncık'ın ta kendisi!......"
syf 542

ölüm ve pusula

"-Borges misiniz?
- Evet arada bir."
J. L. Borges (bir söyleşisinden)

"...nereden bakılsa o kişi, içinde bulunduğu koşullardır."
syf 37

"..., belki de arayışımın bitimi kendimdim."
syf 35

sevda sözleri, aşk

"Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git.
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.
...
Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı İstanbullular
Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların dünyaların
Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek
Ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken
Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
Çünkü iki kişiydik

Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra
Sonrası iyilik güzellik"
1954

öpüşme, gıdıklanma ve sıkılma üzerine

"......Brichard, herzamanki iğneleyici tavrıyla bana, Bir kadına aşık olduğun zaman kendine, "Onunla ne yapmak istiyorum sorusunu sormalısın," dediğinde sonuna kadar haklıymış....... "
Stendhal, The Life of Henry Brulard


".......-iyileşme denen şeyin neye benzediğini- bilebilmek için doktor, insan yaşamının neye benzemesi gerektiği bilgisine önceden sahip olmak zorundadır......"sayfa 11

"... fobi kişiyi kendi öğrenme merakından korur......"

varoluşçu psikoterapi

"... ....Norman Brown, "Ölüme Karşı Hayat" adlı olağanüstü kitabında benzeri bir ifade kullanmıştır.: "Ancak doğumu onaylayanlar ölümü onaylayabilir.... Ölüm korkusu bedenlerimizde yaşanmamış hayatlarla ölmek korkusudur........."

"... Başka bir yerde Ulysses'in ağzından KAzancakis bize hayatı bütünüyle yaşamamızı, böylece ölüme "yanmış bir kaleden" başka hiçbir şey bırakmamaızı söylemektedir......... "

".......Büyük Adolph Meyer öğrenci psikiyatr grubuna , 'Kaşınmayan yeri kaşımayın'. tavsiyesinde bulunmuştur........."

kahkahanın zaferi


"......Yahudi geleneğinde, Tanrı bir avuç toprağa soluğunu üfler ve Adem'e can verir. (Adem'in ibranicedeki adı Adamah'ın anlamı "toprak"tır. Yahudilerin tanrısı çok daha şakacı davranıp, Adem'e o kil öbeğine bir kahkahayla can vermiş olmasın) Ne var ki, Adem yasak meyveden tadabilmek uğruna Tanrı'ya itaatsizlik ettikten sonra, Tanrı onu en zayıf noktasından cezalandırıp soluğuna bir sınırlama getirir. Tanrı yahudilere yaşamlarının sonunda soluklarını (ruach) ona gerivermelerini buyurur. Soluk, gelişimizle gidişimizi belirler, bir soluk alışla dünyaya gelir, bir soluk verişle dünyadan ayrılırız. Bu değerli armağanın geriverilmesiyle, yaşam çemberi sürekli olarak döner, sonsuz bilgeliğiyleTanrı'nın her zaman son gülen olmasını sağlar......." sayfa 18


"...Rekabetçi toplumlarda, tökezleyenler ve düşenler kendi sosyal refahımızın güvencesidirler; onlar bize toplum merdiveninde bir basamak üste çıkma olanağını verirler. Kendi özenle hesaplanmış tavırlarımızı onların başarısızlığıyla ölçeriz; bize yalnızca kim olduğumuzu değil, nerede durduğumuzu da gösterirler........"syf 31

"....Gülen Buda, insanlara şunu göstermek için şişmandır: En iri beden bile yeterince büyük bir gülüşle yerden havaya yükselebilir. ....Hep gülerek yok ettiğimiz şey işte budur. : Ağırlık; yaşamın yükü ve baskısı (Latince gravitas sözcüğü ciddilik anlamına gelir), ta ki sonunda sorunları aşacak kadar kendimizi hafif hissedinceye kadar. ...Sınır gökyüzüdür......"syf 35

"...Hvidberg'in belirttiği gibi, hasat şenliklerindeki zevk ve gülme koyu bir erotizmle yüklüdür, çünkü İbranice "gülme" kökünü "cinsel ilişki"den yalnızca bir ünlü ses ayırır....."syf 59

"...Espri yapmadaki bu cinsiyet ayrımı İngilizce de de kendini göstermiştir. Grammar (dilbilgisi) ve glamour(çekicilik, büyüleyicilik) büyü anlamına gelen ortak Latince bir kökten gelmektedir, ama bu iki sözcük farklı kollara ayrılmış ve ayrı cinsiyet yönlerinde gelişme göstermiştir. Grammar doğru yapılı tümceler kurma yoluyla büyü yapmak demektir, glamor ise işveli bir bakışla büyü yapmak demektir...."

"...Elbette, yüksek sesli bir kahkaha dünya yüzünde duyulmuş ilk el ateşti....."syf 32

"....Tökezleyen kişi, yürümenin gramerini görmemizi sağlar, tıpkı kekemenin konuşmanın gramerini görmemizi sağladığı gibi. Bir bakıma, ikisi de günlük hayatta birer veri olarak aldığımız şeyleri elimizden çekip alıverirler....." syf 25

19 Kasım 2007 Pazartesi

gülün günlüğü


"Mülksüzler adlı romanım kendilerine Odocu adını veren küçük bir dünyadaki insanlar hakkındadır. .....
Odoculuk anarşizmdir. Ama cebinde bomba taşıyan türden değil, bu kendine hangi yüce adı verirse versin ne terörizmdir ne de aşırı sağın toplumsal-Darwinist"özgürlükçülüğüdür" bu; ama ilk ifadelerini eski Taoist düşünüşte bulan ve Shelley, Kropotkin, Goodman ve Goldman'ın dile getirdiği anarşizm.
Anarşizmin başlıca hedefi otoriter devlettir (ister kapıitalist, ister sosyalist); başlıca ahlaki pratik ilkesiişbirliğidir (dayanışm, yardımlaşma). Tüm politik teoriler içinde en idealist ve bana göre en ilginç olanıdır."
devrimden önceki gün, paul goodman'ın anısına

...

bunların avazıyla kelam tutturulmazbize kendi sesimiz gerek, herkesin kendi sesi...‘her kafadan bir ses’ gerek...

...


Agu.2005
...... Şehrin ortasına attığın soğuk karanlık düğümlerinden dönmedi mi hala başın …ben ne zaman senin geldiğini duysam yerin altından büyük kara haşmetinle perona ayak basacağın yerde sanırım ki dünya yoğruluyor.. oysa dümdüz görünür herşey...sanki içimden değil yanımdan geçip gitmişsin gibi geçmişsin sadece..acayip.. dönmesen dursan…..kötü bir kentten geldim bu istasyona..ne zaman geldim ne zaman giderim.. sen kendini bunca kalabalık sanıyorsun ya içine giren çıkanlardan ama değilsin..öyle ıssızsın ki…en derine düştüğün uykun varya orda işte sanki hep küsüyorsun..yalnız kalmasan hiç küser misin..
Ben buraya uzun zaman önce geldim..ışıklı zamanlardı sanki ben çocukken bazı anlar var hatırlıyorum çok eskide kaldı..
en kötüsü de derlerdi en kötüsü de bilmiyorum ki sonuna kadar hep bir daha kötü çıkıp geliyorken artık nedir bu en kötüsü de diyen cümle başları… ben seni içimi kıyan lacivert bıçaklardan hatırlıyorum..kokundan hatırlıyorum birbirine çarpan iki çelik mavi bir şimşeğin havada dağılan kokusundan. kötü kara ve haşmetlisin....bense bu istasyonun delisiyim..sen ölümsün... bana yapışan ağırlıksın başka türlü bir ölümümsün sen soğuk buz gibi ..çıkardığın sesler kendini tekrarladığının tek delili..bu soğukluk karanlığından mı geliyor yoksa her metal yığınına özgü bir sıradanlık mı…
Bekliyorum burada unuttum kaybettiğimi ............

kadınlar, rüyalar, ejderhalar


"Bildiğimiz kadarıyla insansıların evrim geçirip insana dönüştüğü tropik bölgelerde, türün temel gıdası bitkilerdi. (...) o bölgelerdeki insanlar yüzde 65 ila 80 oranında toplayıcılık yaparak besleniyorlardı; yalnızca kutup iklimlerinde et başlıca gıda maddesi olarak kendini gösteriyordu. (...) Tarih öncesinin ortalama insanı, haftada on beş saat kadar çalışarak gül gibi geçinip gidiyordu. İnsan haftada on beş saat çalışmayla hayatı kazanabiliyorsa, başka şeyler için pek fazla zamanı kalıyor demektir. O kadar ki, belki de hayatlarını renklendirecek çocukları, el işçiliği, aşçılık, şarkı söylemek gibi yetenekleri ya da kafa yoracak pek enteresan düşünceleri olmayan huzursuz tipler, bu zaman bolluğu yüzünde şöyle bir dolanıp mamut avlamaya karar vermiş olabilirler. Sonra da becerikli avcılar sırtlarında bir ton et, bol bol fildişi ve bir hikâye taşıyarak yorgun argın geri dönüyorlardı. Hayatı değiştiren şey et değildi burada. Hikâyeydi. Yabani yulaf tohumlarını ellerimin bütün gücüyle asılıp kabuğundan kopardım, (...) sonra pirelerin ısırdığı yerlerimi kaşıdım. Ool komik bir şey anlattı, derken dereye gidip bir su içtik, biraz da kertenkeleleri seyrettik, sonra oralarda biraz daha yulaf görmeyeyim mi... diye devam eden bir macerayı şöyle gerçekten sürükleyici bir hikâye haline getirmek hiç kolay değil. Mızrağımı o kıllı, devasa gövdeye sapladım; o sırada canavar Oob’u kocaman dişlerinden birine geçirmiş havada savuruyor, Oob avaz avaz haykırarak kıvranıyor, kanı kıpkızıl yağmur gibi üstümüze boşanıyordu, neyse ki şaşmaz okumla mamutu tam gözünden vurdum, beyni dağılınca hayvan devrildi, Boob da onun altında kalıp un ufak oldu... gibi bir anlatıyla karşılaştırılamaz, klasmana bile girmez. Bu ikinci hikâyede yalnız eylem değil, bir de kahraman var. Kahramanlar güçlüdür. Siz neye uğradığınızı anlamadan bir de bakarsınız ki yabani yulaf çayırındaki adamlar ve kadınlar, onların çocukları, yapıcıların el becerisi, düşünenlerin düşünceleri ve şarkıcıların şarkıları o örgüye eklenmiş, hepsi kahramanın öyküsünde göreve koşulmuş. Ama hikâye onların değil kahramanın hikâyesi."Ursula K. Le Guin; Kadınlar, Rüyalar; Ejderhalar; s. 52-53; Metis Yayınla